1920-1960 Dönemi Ortadoğu ve Türkiye-Irak İlişkileri

Özet

Türkiye incelenen kırk yıllık süreçte Ortadoğu ile ilişkilerde bulunmuştur. Bu ilişkilerde her zaman en önemli rol Batı’nın izlediği yol olmuştur. Türkiye cumhuriyetin ilanından itibaren Ortadoğu’daki ülkelerle ve özellikle Irak ile ilgilenmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş dönemi arasında Sovyet tehlikesi ile baş başa kalan Türkiye çözümü Batı ile politik temaslarını geliştirmede bulmuştur. Batı ile çıkarlarını ortak paydada buluşturmaya çalışarak Batı yanlısı rejimleri destekleyen ülkeler ile birçok dostluk anlaşmasına imza atmış, tehditlere karşı ittifaklar oluşturmuştur. 1950’li yıllardan itibaren Batı ile yaşadığı sorunlar ve çıkar farklılıkları Türkiye’nin Ortadoğu’da çok yönlü politika izlemesine sebep olmuştur.

Giriş

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kesin olarak çözülemeyen sorunlar ve bunalımlar dünyayı bu kez de İkinci Dünya Savaşı’na sürüklemiştir. 1930’lardan itibaren Avrupa’da yaşanan revizyonist ve anti- revizyonist kutuplaşmalar ve bunların sonucu oluşan siyasal ve ekonomik sebepler savaşın önünü açan sebeplerden olmuştur. Türkiye bu iki savaş arası dönemde politikasını Lozan Barış Antlaşması ile sağlanan düzeni devam ettirmek olarak belirlemiş ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç dönemlerinde savaşa girmek zorunda kalmamıştır. Türkiye’nin belirlediği politikalar cumhuriyetin kuruluşundan itibaren iki temel özelliğe dayanmıştır: Statükoculuk ve Batıcılık. Sahip olunan mevcut sınırların korunması ve düzenin devam ettirilmesi statükoculuğu vurgulamakta olup, Batıcılık ise batının bilim ve uygarlığını vurgulamaktadır. Savaş yılları boyunca savaşa katılmama ilkesini her duruma karşı yürütmek istemenin temelinde ülkeyi savaştan uzak tutmak istemek vardır. Bu amaçlar doğrultusunda Türkiye “denge” politikasını uygulamıştır. Ortadoğu ile olan politikalarında ise belirleyici unsur her zaman Batı ile ilişkiler olmuştur. (Şahin, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Süreklilik ve Değişim”, s.3)

Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda kendi iç politikasına da önem vermiş ve bu yeni oluşumu tehlikeye atacak devletler ile ilişkilerden kaçınılmıştır. Kemalist ideolojinin Türkiye’nin siyasal elitlerince benimsenmesiyle dış politikada daha fazla Batı eğilimine yönelmiş bir hava vermesi Ortadoğu’nun muhafazakar kesiminin de Türkiye’den uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bu dönemde Ortadoğu politikalarından zaman zaman uzak durulmuştur. Ortadoğu’nun henüz şekillenmemiş siyasi coğrafyasında Araplarla olan ilişkilerden de bilinçli olarak kaçınılmıştır. Türkiye bu dönemde birçok yeniliğe adım atmışsa da kesin bir ifadeyle Batılılaşmaktan söz edilemez. Yine de bu dönemde özellikle İran ve Afganistan’da Türkiye örnek alınarak modernleşme yoluna gidildiği tespit edilmiştir. (Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, s.3)

Birinci Dünya Savaşı sırasında kendi bağımsızlıklarını kazanma amacıyla hareket eden Araplar, uzun bir süre bağımsızlık yolunda mücadele etmiştir. Bu süreç boyunca Türkiye karşısında bağımsız bir şekilde politika yapacak devlet bulamamıştır. Bugünün Suriye ve Lübnan’ı Fransız mandası altına, Irak ve Ürdün’ü de İngiliz mandası altındadır. Fransa ve İngiltere mandası altında kurulan devletler söz konusu olmakla beraber anlaşmalar da kağıt üzerinde bu iki devletle yapılmış sayılmaktadır. Sonuç olarak Türkiye mecburi denebilecek bir halde ilişkilerini Batı ile yürütmüştür.

1920’li yıllar henüz bitmeden Türkiye yeni bir bölgesel strateji belirleyerek Ortadoğu ülkeleri üzerinde daha aktif bir politika izleme yoluna gitmiştir. Özellikle Irak bu stratejinin başını çeken ülkelerdendir. Irak’ın sahip olduğu coğrafi, kültürel ve siyasal sebepler Türkiye’nin yakın ilişkiler kurma çabasında etkili olmuştur. 1926’da Irak Kralı Faysal’ın Türkiye ziyareti ilişkinin başlangıç adımıdır. (Arzu Al, Türk Dış Politikası, (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2014), 113.)

Bu yıllarda tek bağımsız Ortadoğu ülkesi olan İran ile de ilişkiler geliştirilmediği söylenemez. İran ile bu dönemde yakın ilişkiler kurulmuş, Dostluk ve İş Birliği Anlaşması imzalanmıştır. Ayrıca Irak üzerinde İngiliz mandası sona erdikten ve sınır meseleleri Ankara Anlaşması ile çözüme kavuştuktan sonra İran ve Afganistan ile bölgede güvenliği sağlamak amacıyla Sadabad Paktı (1937) imzalanmıştır. Bu paktın imzalanması Türkiye’nin hala güvenlikçi ve savunmacı ilkelerini devam ettirdiğini gözler önüne sermektedir. 1928 yılında ise Afganistan ile dostluk anlaşması imzalanmıştır. Afganistan’a bu dönemde askeri misyonlar ve öğretmenler gönderilerek dostluğun yanı sıra bir nevi hakimiyet kurulmuştur. Bu dönemde yine mevcut İngiliz ve Sovyet baskısından şikayetçi olan özellikle İran, Afganistan ve Irak gibi ülkeler varken Türkiye bu durumda iki emperyalist güç arasında denge sağlayıcı bir rol üstlenmişti. Kısaca Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’na kadar giden bağımsızlık serüveninde siyasi coğrafyanın tam anlamıyla oturmamış olması bu bölge ile ilişkilerin oluşmasını da uzatmıştır.

1930’lu yıllardan itibaren İtalya’nın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da Almanya’nın da Avrupa’da revizyonist güçler olarak ortaya çıkmaları siyasal ve stratejik olarak bölgeleri tehlikeye sokmaları Türkiye de dahil olmak üzere bölgede bulunan ülkeleri iş birliği yapmaya yöneltmiştir. 1936 yılında ARAMCO (Arabian-American Oil Company) oluşturulması ile Amerika da bölgeye yerleşmiştir. Bu dönemde Arap halkı ve milliyetçiliğini savunan ülkeler bu sömürgeciliğe de karşı çıkmakla yetinmişlerdir. (Şahin, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Süreklilik ve Değişim”, s.4)

1939’lu yıllara gelindiğinde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü hala Atatürk’ün benimsediği “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesini devam ettirmeye çalışmaktadır. 1950’ye kadar da bu politikasını başarılı bir şekilde yürüterek Türkiye’nin toprak bütünlüğünü devam ettirmiştir. Bu dönemde Irak da ise sıcak gelişmeler yaşanmaktadır. 28 Aralık 1938’de İngiliz yanlısı Nuri Sait Paşa başkan olmuştur. Bu durum yeni hükümet ve eski hükümet taraftarları arasında tartışmalara sebep olmuştur. Irak’ın kendi içerisinde karışıklıklar yaşadığı dönemde Sadabad Paktı sayesinde Türkiye ile olumlu ilişkiler geliştirilmiştir. Pakt özelliğini kaybettiği dönemde bile Türkiye-Irak arasında dostane ilişkiler geliştirilmeye devam edilmiştir. Bunun yegane sebebi Türkiye’nin sürdürdüğü kendini savaş dışında tutma politikası olmuştur. 1941 yılında Türkiye’nin İngiltere-Irak arasında arabuluculuk yapması gibi etkenler iki ülkeyi birbirine daha çok yakınlaştırmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle tüm dünya düzeninin yeniden şekillendiği Soğuk Savaş dönemine girilmiştir. Bu dönem hem uluslararası sistemin hem de Ortadoğu bölgesinin jeopolitik açıdan yeniden şekillendiği bir dönemdir. Savaşın yarattığı yıkıcı ortamdan çekilen İngiltere ve Fransa bağımsız bölge ülkelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dünya siyasetinde etkili olan ülkelerin başını ABD ve Sovyetler Birliği çekmeye başlamıştır. Bu dönemde Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerinde olumlu bir gelişme beklenmişse de tam tersi bir durum yaşanmıştır. Dönemin en önemli özelliği sömürgeciliğin kalkıyor oluşu olsa da Soğuk Savaş’ın yaşandığı bu ortam ülkeleri hemen etkisi altına almıştır. Sovyetler Birliği’nin bu dönemde Türkiye üzerinde yarattığı tehditler Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini geliştirmeye sebep olmuştur. Batı ile ilişkilerin bu dönemde fazlaca abartıldığı görüşünü savunanlarca Arap tarafında Türkiye’nin imajı da zedelenmiştir. Bu durum 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya katılması ile Batı ile ilişkilerini askeri ittifaka dönüştürmüştür. Türkiye’nin geçirdiği zorlu dönemlerde bir tarafında Yunanistan öbür yanında Rusya etkisinde Bulgaristan, yine aynı tehdidi üzerinde hissettiği Rusya ve Hatay meselesi gibi sorunlar vardır. Bu sorunlar göze alındığında Batı ile ilişkiler kurmamak imkansız gözükmektedir. Türkiye de bu vasıta ile Batı ile ideolojik, ekonomik çıkarları eşleştirmeye çalışmış, bunun sonucu olarak da Ortadoğu’da Batı’nın politikalarıyla paralel bir yol izlemiştir. (5 Arzu Al, Türk Dış Politikası, (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2014), 136-137.)

Batı’nın rejimleriyle uyum sağlayan ülkelerle olumlu gelişmeler yaşanmıştır. 26 Mart 1946’da Türkiye ile Irak arasında imzalanan Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması bu yolda atılan bir adımdır. Kral II. Faysal bu dönemde Irak’ın başkanlığındadır ve bu tarz barış antlaşmalarına ön ayak olmuştur. Bunların ardından 1955 yılında Irak ile yine bir iş birliği anlaşması imzalanmış ve bu anlaşma Bağdat Paktı’nın temelini oluşturmuştur. Türkiye hangi dönem olursa olsun güvenlik açısından her zaman kendini koruyacak adımlar atmıştır. Bu dönemde de yeni savunma sistemleri ile güvenliği desteklemiştir. Bu bağlamda 9 Şubat 1954’te Türkiye-Yugoslavya-Yunanistan birliği ile Balkan İttifakı oluşmuş ardından 24 Şubat 1955’te Bağdat Paktı kurulmuştur. Bu dönemde yine Amerikan güvencesi arayışında olan İran ile de yakın ilişkiler kurulmuştur. Bu sayede Bağdat Paktı’na İran da dahil olmuştur. Pakt ilk olarak Türkiye ve Irak arasında imzalanmışsa da Pakistan, İngiltere ve bahsettiğimiz gibi İran’ın da katılımıyla genişlemiştir.

İkinci Dünya Savaşı ile geçerliliğini kaybetmiş bir Sadabad Paktı vardır. Bu paktın bozulması yeni bir ittifak kurulmasını gerektirmiştir. Bu doğrultuda Sovyet tehdidi ile Balkanlardan yardım alamayan Türkiye, Ortadoğu’ya yönelmiştir. Batı yanlısı politikalar ile iyi ilişkiler kurulan ülkelerden biri de İsrail olmuştur. Türkiye İsrail’i tanıyan ilk ülke olmuştur. Ancak bu durum Arap milliyetçilerinin yoğun tepkisiyle karşılaşmıştır. Yani bir yandan Batı ile ortak yoldan giden Türkiye bir yandan Ortadoğu’da gördüğü tepkileri de çığ gibi büyütmüştür.

1955 yılında yapılan Bağlantısız Ülkeler Zirvesi’ne Türkiye’de katılmış ve burada ülkelerin tarafsızlık politikaları uygulamalarının komünizm tehlikesini artırdığının altını önemle çizmiştir. Bu doğrultuda Batı yanlısı ve iş birliği içinde bir politika yürütülmesi gerektiğini de çözüm olarak sunmuştur. Sunduğu çözümü de bizzat uygulayan Türkiye, çatışma ve krizlerde Batı çıkarlarına yönelik davranmıştır. 1957 yılında bahsi geçen komünizm tehlikesinin yayılmasını engellemek için oluşturulan Eisenhower Doktrini’ni kabul ederek herhangi bir tehlikede Amerikan desteğini alabileceğini kanıtlamıştır. 1958 yılında Irak’ta Batı yanlısı rejimin Arap milliyetçileri tarafından yıkılması Türkiye’nin ne tepki vereceği konusunda şüphelere yer vermeden İngiltere ve ABD’yi bölgeye askeri müdahalede bulunması için teşvik ederek bir kez daha tarafını göstermiştir. Hatta Türkiye de askeri hazırlıklar yapmış ancak ABD ve İngiltere Irak’taki yeni yönetimi tanıyınca Türkiye de bu yönetimi tanımıştır.

1960’lı yıllarda Türkiye’nin Ortadoğu’daki olaylara yaklaşımında değişiklikler olduğu gözlenmiştir. Bu dönemde Türkiye ile Batı’nın çıkarlarında farklılıklar yaşanmıştır. Özellikle Kıbrıs sorununda Batılı güçlerin uyguladığı tavırlar Türkiye’nin bu alanda hayal kırıklıkları yaşayarak Batı ile olan ilişkilerini kesme yoluna gitmesini içermektedir. Olası bir Sovyet tehdidine karşı tek başına kaldığının farkında olan Türkiye, Üçüncü Dünya ve Arap ülkeleri ile ilişkilerini gözden geçirerek çok boyutlu politikaya yönelmiştir. Arapların ihmal edildiği düşüncesi baskın çıkmış ve Ortadoğu ile daha yakın ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Bu yıllarda Türkiye’nin gözünü Batı ile yaşadığı farklılıklar ve çatışmalar açmış ve bir Arap milliyeti ve Ortadoğu’nun varlığının farkına varılmıştır.

Sonuç

Türkiye Ortadoğu ile çeşitli ilişkiler geliştirmiş ancak bunda her zaman ana belirleyici etken Batı olmuştur. Bu yüzden zaman zaman bölgedeki ülkeler ile aktif bir şekilde iyi gelişmeler yaşansa da yoğunlukta başarısızlık vardır. İkinci Dünya Savaşı’nda takındığı “tarafsızlık” politikasını 1950’lere kadar güvenlik açısından da sürdürerek dış politikada geride bir rol oynamıştır. Ortadoğu’da 1955-56 yıllarında Mısır-Suriye-Suudi Arabistan-Yemen ülkeleri ile askeri anlamda da yakınlaşarak ittifaklar kurmuş ve imzaladığı paktlar da bunun bir göstergesidir. O dönemlerde uzunca bir süre Sovyet tehdidi ile mücadele etmiş, kurulan Bağdat Paktı’nın temelinde de bu tehdit yatmaktadır. Fakat ne yapılırsa yapılsın Sovyetler Ortadoğu’ya bir şekilde girmeyi başarmıştır. Bu dönemde Sovyetler ile silah alışverişi yapan bazı ülkeler bölgeye girişi kolaylaştırmıştır. Bu yıllardan sonra Orta Doğu bunalımların ana merkezi olmuştur.

Türk Dış Politikasının temele aldığı Statükoculuk ve Batıcılık özelliklerine günümüz şartlarına bakıldığına statükoculuğun hala devam ettiği, mevcut sınırların korunmaya, düzenin devam ettirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak Batıcılık güvenlik anlamında bağlılığını büyük oranda yitirmiştir. Güvenlik alanında olmasa da ekonomik ve çağdaş bir seviyeye ulaşma hedeflerinde Batı hala rol model alınmaktadır. Bunların yanı sıra Türkiye bugün Ortadoğu’da aktif bir siyaset izlemekte olup Ortadoğu’nun önemi hızla artmaktadır. Türkiye’de İslam ve Müslüman kimliğin öne çıkması ile aynı bağı taşıyan ülkelerle daha yakından ilgilenilmeye başlanmıştır. Gittikçe kendini aşan ancak elinde bulundurduklarını da korumaya çalışan bir Türkiye vardır.

Kaynakça ve İleri Okuma
  • Şahin, Mehmet. “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Süreklilik ve Değişim”, Akademik Orta Doğu, 4/2 (2010), 1-4. http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu8 makale/mehmet_sahin.pdf (erişim 26.03.2021).
  • Sinkaya, Bayram. “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, Adam Akademi, 2011/1: 79-100.
  • Çelik, Mustafa Edip. “İkinci Dünya Savaşı Bitiminden Bağdat Paktı’na Geçen Süreçte Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2019: 475-497. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/50163177_024 MEdipÇElik (b).pdf (erişim tarihi 26.03.2021).
  • Bilgin, Mustafa Sıtkı. “İki Savaş Arası Dönemde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası” Akademik Bakış, 9/18 (2016): 6-11. (erişim 26.03.2021)
  • Al, Arzu. Türk Dış Politikası, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2014.